Artemis Efsaneleri: Endymion

Artemis yalnızca nam salmış bir avcı değil, aynı zamanda ay tanrıçasıydı. Gündüz vakti perileri ile ormanlarda dolaşır, geceleri ise parlak ay arabasıyla yıldızlarla kaplı gökyüzünü bir baştan diğerine kateder ve hafif ışığıyla aydınlanan yerler haricinde karanlıkta uyuyan dünyaya bakardı. 
Apollon yorgun atlarını batı kapılarından içeri sürer sürmez ve alacakaranlık tepelerin üzerinde ilerlemeye başlar başlamaz, Artemis sütbeyaz atların çektiği gümüş arabasına çıkar ve gece boyu sürecek seferine başlardı. Her gece bu yolculuğu yapıyor olsa da, Artemis bu seferden bıkmaz usanmazdı, saatler geçtikçe gözleri önünde açılan, derin uykudaki dünyaya olan hayranlığı ise hiç azalmazdı.

Bir akşam sessizce manzarayı seyrederken, ay ışığıyla aydınlanan otlarla kaplı bir tepede yüzünü gökyüzüne çevirmiş uzanan bir çoban gördü. Artemis şıpsevdi değilse de, uyurken gördüğü Endymion'un güzelliğine hayran kaldı ve içini kaplayan tuhaf bir histen dolayı onun yanında olmayı arzu etti. Böylece gümüş arabasından yavaşça inerek dünyaya, her şeyden habersiz düşlere dalmış çobanın bulunduğu yere doğru süzüldü. Her yere müthiş bir sessizlik hakimdi ve uykusunda homurdanan dev bir yaratık gibi ses çıkaran çam ağaçlarının mırıltısından başka ses duyulmuyordu. 




Tanrıça, genci bir müddet sessizce izledikten sonra eğilerek hafifçe öptü. Endymion, tanrıçanın dokunuşuyla uyanır gibi oldu, uykulu gözlerle etrafa bakındı ve etrafını saran, bu dünyaya ait olmayan parıltı karşısında şaşkına döndü. Fakat bir anda parlaklık dinmiş ve etrafı yeniden gecenin derin mavisiyle sarılmıştı; çünkü kendi cüretkârlığından çekinen Artemis alelacele gümüş arabasına dönmüş ve karanlığa doğru yol olarak uzaklaşmıştı.

Endymion gördüğü bir düşün etkisinde kaldığını düşündü; ancak gece boyu umut ve sabırla beklediyse de, başka düş görmedi ve yorgun gözlerini karşılayan günün ilk ışıkları oldu.

Ertesi gece Artemis, kendini hayretle seyreden sessiz yıldızları ürkütene dek sütbeyaz atlarını aceleyle sürdü. Beyaz bulutlar yaklaşarak ona sarıldığında ise, tanrıça uyuyan dünyayı görmesine engel olmasınlar diye onları öfkeyle kenara itti. Nihayet Endymion'un uzandığı tepeye yaklaştı ve onu yerinde bulunca hızla gümüş arabasından süzülerek habersiz gencin yanına geldi. Tanrıçanın hafif dokunuşuyla kıpırdanarak derin uykusundan uyanmaya çalıştı; fakat sanki bir büyü göz kapaklarının açılmasını engelliyordu. Geceler boyu aradığı parıltının varlığını hissetti; fakat yalnızca düşlerinde yüzünü görebiliyor ve tenini gece yeli gibi okşayan entarisine dokunabiliyordu. 

Artemis her gece yerinde duramayan atlarını süzülen bulutlar arasında başıboş bırakıyor ve uyuyan çobanı seyretmek için vaktini yeryüzünde geçiriyordu. Yanı başında dururken onun sonsuza dek o anki gibi- o anki kadar genç ve güzel- kalmasını diledi. Hastalık, acı ve ölümün ına el sürmemesi için onu kendisine adanmış, üzerinde hiçbir ölümlünün kirletmediği bir mağaranın bulunduğu Latmus Dağı'na götürdü. Endymion'u buraya bırakarak göz kapaklarına ebedi bir uykunun yerleşmesini sağladı, böylece bedeni tüm gençliğini ve güzelliğini koruyacak ve asla yaşlanmayacaktı. Her gece uzun seferi bittiğinde ve nöbetteki yıldızlar ışıklarını söndürdüğünde, Artemis, Latmus Dağı'ndaki ıssız mağaraya koşacak ve derin uykudaki Endymion'a bu uykusunu bölmeyecek bir öpücükle dokunabilecekti...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Pandora'nın Hikayesi

Olymposlu Büyükler: Athena (Lat.Minerva)

Aphrodite Efsaneleri: Hephaistos, Ares ve Aphrodite